Netflix’in dönem dizisi Kulüp ikinci sezonuyla yayınlandı. Anlatının ikiye bölündüğü ilk sezonda dizi 1950’ler İstanbul’unda Yahudi cemaatinden Matilda ile Raşel’in başından geçenleri eğlence sektöründe yaşananlara paralel aktarmıştı. Gösterinin ön plana çıktığı bir iş sahasında ötekileştirilenlerin, tasfiye edilenlerin öyküsü ele alınmış; çok partili siyasi tarihimizin ilk yıllarına dair gözlem ve anılar paylaşılmıştı. Sonradan birbirlerini bulan Matilda ile Raşel’in aile olma çabası sahne sanatçısı Selim Songür’ün varlık mücadelesine, işletme yöneticisi Çelebi’nin ikilemlerine karışmıştı.
BEYOĞLU’NDA BİR KÜÇÜK RANA
Değerlendirmeye geçmeden konuyu kısaca anmakta fayda var. İkinci sezon küçük Rana’nın gözünden anlatılmakta. Rana (Ada Erma) annesi Raşel (Asude Kalebek) ve büyükannesi Matilda (Gökçe Bahadır) ile Kulüp İstanbul’un baş döndürücü atmosferinde büyümektedir. Herkes tarafından sevilen ancak baba sevgisinden yoksun kalan Rana çocuk dünyasında korkularla sevinçleri iç içe yaşar. Öte yandan Çelebi ile Matilda’nın sırt sırta vererek işlettikleri kulüp birçok dertle boğuşur. Yüklü miktarda vergi cezasını kurulan kumpaslar ve acı olaylar izler. 6-7 Eylül sonrası Beyoğlu’nda birçok mekanın işletmesini ele geçiren Fikret Kayalı (Halil Babür) ve nüfuzlu babası sermayenin el değiştirdiği bir sürecin aktörleri arasındadır. Demokrat Parti iktidarının İstanbul’da yeni caddeler açtığı bir dönemde istimlaklar sayesinde yeni inşaatlar yükselten aile karanlık ilişkileriyle Kulüp İstanbul’a da göz dikmiştir.
1960 YILI İLK YARISI, 10 BÖLÜM BİRDEN!
Kulüp’ün ikinci sezonu on bölüm birden yayınlandı ve doğrusu bu duruma pek alışık değiliz. Netflix dizilerinde bir sezon genellikle 6 ila 8 bölümde geçilirdi. Yerli işlerde de bu bölüm sayılarının değişmediğini gördük. Buna karşın dizinin ilk sezonunun ikiye bölünmesi olumlu etki yaratmamıştı. Dolayısıyla on bölümün birden erişime sunulması isabet olmuş. Hatta Kulüp ana ilişkileri biraz daha açılmak kaydıyla sadece bu sezonuyla yayınlansa dahi sırıtmazmış.
1960 yılının bahar aylarında geçen dizi döneminin önemli tarihsel olaylarını kapsayarak ilerliyor. Özellikle 28 Nisan’da Turan Emeksiz’in katledilişinden 27 Mayıs darbesine kadar geçen süreç arka planda kalmasına rağmen es geçilmemiş. Yanı sıra Demokrat Parti iktidarının siyasi tavrı ve ülkedeki kurucu politikaları değiştirmeye dönük hamleleri de radyo yayınları ve gazete manşetleri aracılığıyla satır aralarında olsa dahi yansıtılmış. Tabii esas olarak iki siyasi mesaj sivrilmekte. İlki gayrimüslimlerin ticaretin, eğlence sektörünün ve giderek sosyal yaşamın dışına itilmesini öngören program kötü karakterler vasıtasıyla defalarca gündeme geliyor. İkinci mesaj ise kalkınmaya dönük… Menderes’in gayrimüslimleri tasfiye ettiği mekanizma diğer taraftan şehrin çehresini de değiştirmek için imar planlarını devreye sokuyor. Kamulaştırmalar sonucu caddeler açılıyor, şehir araç trafiğine uygun hale getirilirken yeni yerleşim alanları ve elbette rant fırsatları doğuyor. Kulüp dizisinde de Ali Şeker (İştar Gökseven) gibi alt tabakadan gelip fırsatçılık yaparak geçim sağlayanlar taşı toprağı altına çeviriyorlar! Fikret Kayalı gibi siyaset zenginleriyse zengin gayrimüslimlerin mülklerine çökerek servet biriktiriyorlar. Bu iki mesaj birbirini tamamlarken şehirdeki dönüşümün sosyal yaşamı doğrudan etkilediği ve zenginler peyda ettiği anlaşılıyor. Nisan ayı gelip çattığında ise ülke siyasetinin hareketliliği daha bir yansıyor diziye. Kulüp’te çalışan hukuk öğrencisi ‘Demokratik Üniversite’ talebinin yer aldığı bildirileri mekanda kuytu bir köşeye saklıyor. Öğrenci eylemleri artış gösteriyor. Bu kısımlar üzerinde çok durulmadan Turan Emeksiz’in ölümüne geçilmiş. Kulüp’ün bir tercih sonucu merkezdeki öyküsünü zedelemediği, siyaset hareketlendiğinde anlatısına aynı ölçüde katmadığı ortada…
BOĞUK ATMOSFER VE HİÇ KALKMAYAN HÜZÜN PERDESİ
On bölümlük sezonu bağımsız bir mini dizi gibi değerlendirmek daha anlamlı. Gerçek olaylardan/anılardan esinlenilen hikayede ilk sezonun üzerine kurulduğu iki önemli karakter bu sezon hayata veda ediyor. Özellikle Selim Songür’ün (Salih Bademci) ölümü çok erken gerçekleşiyor. Her ne kadar ikinci sezona varılsa da önemli bir karakteri henüz başlarda oyundan çıkarmak cesaret işi… Bununla birlikte on bölüm uzunluk diziye manevra imkanı sağlıyor. İsmet bir anda ortaya çıkabiliyor örneğin, yahut Kulüp’ün başına türlü fenalıklar gelebiliyor. Anlatıdaki en temel sıkıntının diziden hiç kalkmayan hüzün olduğunu söylemeliyiz. Halihazırda ağır bir tempoda ilerleyen Kulüp dinamizm kazanacağı anlarda tekrar tekrar hüzne boğuluyor. Müziklerin, dönem havasının ve renk paletinin etkisiyle her defasında boğuk bir havanın etkisine giriyoruz. Dizinin karanlık karakteri Fikret’in Emirgan’daki evi dahi seyirciye biraz olsun nefes aldırıyor! Tabii bu boğuk havada Raşel’in annesiyle girdiği ruhsal çatışmanın ve Rana’nın çocuk masumiyetiyle başından geçenleri yorumlayışının payı büyük. Dizinin duygusal yükü oldukça ağır ve dramatik yapısında neşeli anlara yer verse dahi bu yük paylaşılamıyor. Üstelik anlatıda ailenin sıkıntılarını hafifletmesi beklenen işletmenin iniş çıkışları da bir süre sonra yormaya başlıyor.
İlk sezon taraflar daha keskindi ve Selim Songür’ün varoluş mücadelesi hikayeyi yapıcı bir biçimde etkiliyordu. İkinci sezon “sofraya ait olamama” meselesi muallakta kalmış ve kötü kadın kompozisyonu Keriman’ın (Serra Arıtürk) assolistlik sevdası üzerinden bir iktidar çatışması yaratılmış. Sahne şovları etkisini kısmen yitirirken (bardak ve kafesli şovlar işletme içi çatışmanın gölgesinde kalıyor) kulisteki entrikalar da yeterince işlenememiş.
BÜYÜK SOFRA VE KAPANIŞ
Dizinin ikinci sezonu ilk sezona benzer şekilde aile olma ve var olma/görünür olma meselelerini öne çıkarıyor. İlk sezon Raşel’in etrafında şekillenirken genç kadının Matilda ile anne-kız olma sürecine Fıstık İsmet’le (Barış Arduç) yuva kurma telaşı eklenmişti. Bu sezon sancılı bir sürecin ardından anne kız olmayı başarıyor, barışıyorlar! İsmet de serkeş hayatını bırakıp ailenin bir parçası olarak Rana’ya babalık ediyor fakat ‘büyük aile’nin bir arada tutulması için çok daha fazlası gerekiyor. Kulüp, 6-7 Eylül sonrası geleneğine yaslanarak ayakta kalmış, kardeşliği yaşatan bir işletme olarak idealize edildiğinden büyük sofrayı kurmak da şüphesiz mekana düşüyor. Siyasetin ateşinden bir kulübün çatısı altına girerek korunmaya çalışan tüm bu insanların ortak noktası sevgi ve kardeşlik… Kulüp kadar kulüp birleşenlerinin de halelerle aydınlatıldığını görüyoruz. Anlatıcı elbette gözlemlerini ve duygularını paylaşıyor fakat iyi kötü karşıtlığını bu denli keskin hatlarla vermek sözün gücünden çalmakta. Senaryo olayları başarılı dağıtmış ancak aynı özen duygularda sergilenmemiş. Ağırlık kendini tekrarlayan ikili duygusal çatışmalara verilirken odak nokta sofra söyleminde beliren kulüpteki birlik hali seçilmiş. Bir anlamda dizideki hüzün havasının tam karşısına toplumsal bir mesaj konmuş. İlk bakışta birbirlerini dengeleyeceklerini, dayanışma ruhunun acıları sağaltacağını düşünüyoruz oysa geçiş sağlanamıyor ve Kulüp/sofra idealize edildiği için gerçek insanların gerçek dertlerine yanıt üretemiyor.
Kapanış ise finale doğru sofra birliğinin estirdiği o temiz havaya tezat bir düzlemde, umutsuzlukla yapılıyor. Bunun sebebiyse İstiklal Caddesi’nde yürüyen tanklar… Askerin yönetime el koyması zaten baskı altındaki gayrimüslimler için olumlu gelişmeler doğurmuyor; dizi de siyasete bu cepheden baktığı için kardeş kavgasının hiç bitmeyeceğini vurguluyor. 1960’lar boyunca yaşanan Kıbrıs Olaylarının ülkeye, gayrimüslim vatandaşlara etkileri ve 12 Mart sonrası siyasi gelişmeler göz önüne alındığında radyolardan yükselen hamasi nutukların hiçbir yaraya merhem olmayacağı görülüyor.
**
Kulüp bazı sahnelerinde Ladino dili konuşulan; bayram, cenaze gibi dini ritüellerle Sefarad kültürünü işleyen; Yahudi cemaatinin sosyal yaşamına ayna tutan ve bu yönüyle hala öncülük rolünü koruyan değerli bir yapım. İkinci sezona çökmüş ağır melankolik hava zaman zaman bunaltsa da senaryo ciddi bir hata barındırmıyor ve dizi dönemin başarılı işlenişiyle genel manada vasatın üstüne çıkıyor.